6 Mart 2012 Salı

Modern hayatın başkenti: Paris*

Denir ki, Kötülük Çiçekleri modern şiire giden yolu açar. Paris Sıkıntısı modernliğin şiirini başlatır. Düzyazı şiirin önemli temsilcilerinden Baudelaire, geleneğin içinden geleceğe yürüyen bir sanatçıydı. "Yaşlı Soytarı", "Dul Kadınlar", "Kalabalıklar" başlıklı yazılarda kenti, "Parisli bir aylak" diye tarif ettiği şairin bakışıyla anlatır. Bir yayma çoğunluğu 1860'lı yıllarda yazılmış bu düzyazı şiirleri Baudelaire'in de resim eleştirilerinde övdüğü Meyers'in gravürleriyle kullanmak ister ama bu proje gerçekleşmez. O yazılardan birinde şair, ressamın Paris'ini anlatır: "Büyük bir kentin doğal saltanatının böylesine şiirsel tasvirine ender rastladım. Yığılmış taşların saltanattan, göğü parmakla gösteren çanlar, sanayinin dumanla işbirliğini gök kubbeye kusan dikili taşlar, mimarinin kati gövdesi üstüne çelişik bir güzellikte kendi gözenekli mimarilerini uygulayan onarım halindeki olağanüstü anıtlar topluluğu, öfkeyle ve öçle dolu, fokurdayan ve kaynaşan perspektiflerin dramla çoğaltılmış derinliği..."

EDEBİYAT PENCERESİNDEN PARİS

Baudelaire'in modern şiirine eşlik eden 'modern' Paris'e dair bu gözlemini paylaşmamın nedeni, onun David Harvey'nin Paris, Modernitenin Başkenti adlı araştırması için seçtiği ve hemen her başlık altında kullandığı sanatçılardan biri olması. Harvey'nin 1850'lerden itibaren Paris'teki ikinci imparatorluk dönemine Baudelaire, Balzac, Zola, Flaubert gibi edebiyatçıların penceresinden bakması boşuna değil. Bu yazarların Paris'teki yaşamı tasvir eden edebi metinlerini, kenti modernliğe zorlayan toplumsal değişikliklerle birlikte göstermek istemiş okura. İngiltere doğumlu Harvey, Cambridge'den sonra çalışmalarına Amerika'da Johns Hopkins'te devam etmiş. Uzman olduğu 'mekân' konusunda Marksist kuramlarıyla tanınan, sosyal bilimlerde çokça atıf yapılan yazar, kitabın hemen başında modernitenin nazik, demokratik, devrimci, travmatik veya otoriter, ne şekilde gelişmiş olursa olsun esas itibarıyla 'yaratıcı yıkımla' ilgili olduğunu söylüyor. Ve kitap boyunca yol haritasını o yıkımın karar anlarını izleyerek çiziyor. 1848'de Paris'te tam olarak neler olduğunu anlatmadan evvel, Paris'in ekonomi politiğinde, kültürel yaşamında meydana gelen büyük değişimin, gelenekten kısmen kopuşun sebeplerini açıklayarak sürecin sıkıntılarını da özetliyor aslında: "Bu tarihten evvel Ortaçağ kentinin altyapı sorunlarını, düzeltmeye çalışan bir kent vizyonu vardı, sonrasında kenti zorla modernliğe sürükleyen Haussmann geldi. Daha önce Ingres ve David gibi klasikler, Delacroix gibi renkçiler vardı, sonrasında Courbet'nin gerçekçiliği ve Manet'in empresyonizmi geldi. Öncesinde romantik şairler ve yazarlar (Lamartine, Hugo, Musset ve George Sand) varken sonrasında Flaubert ve Baudelaire'in sıkı, özü bilenmiş romanı ve şiiri vardı. Daha öncesinde zanaatkâr usulüne göre düzenlenmiş dağınık imalat atölyelerinin çoğu yerini makinelere ve modern sanayiye bıraktı."

Paris'te yaşayan, onun yeraltını, üstünü, kültürel yaşamındaki çatlamayı vaktiyle merak etmiş bir okur olarak kitabın pek çok bölümünü merakla karıştırdım. Marksist düşünce geleneğinden gelen Harvey'nin Paris'i bir edebiyat kuramcısı gibi anlatmasını da beklemek haksızlık olurdu. "Para, Kredi, Finans" ya da" Soyut ve Somut Ekmek" gibi disiplin başlıklarını resmin tamamını merak edenlere bırakıp dehasını harikulade örneklerle anlattığı "Balzac'ın Paris'i" bölümüne dönelim. Modernitenin kendi mitlerini yaratması gerektiğine inanan Baudelaire, "Vautrin, Rastignac, Birotteau ile (Balzac karakterleri) İlyada'nınkiler bile boy ölçüşemez. Bizzat Balzac, çizdiği karakterlerin en romantiği, en harikası, en şiirselidir," demiş. 1828’lerden 1850'nin sonuna kadar yirmi yılda yazdığı 90 romanla, edebiyat tarihinde derin bir iz bırakan Balzac'ın hızla büyüyen bir şehrin ve imparatorluğun değişimini nasıl anlattığını çözümlemek kolay bir iş olmasa gerek. Harvey doktorasını coğrafya alanında yapmış. Dolayısıyla İnsanlık Komedyası'nı bir edebiyat eleştirmeni olarak değil, bir şehir planlamacı olarak okumanın ayrıcalıklı deneyiminden bahsediyor. Kitap, bir yazarın eserlerini takip ederek onun tarihteki yerini, işlevini farklı boyutlarıyla anlamanın da mümkün olduğunu gösterebilmesi açısından ilginç. Üstelik bunu edebiyatçı olmadığı halde fevkalade isabetli örnekler kullanarak yapıyor. Kent yaşamındaki taşralıların başlangıçta burjuvalar tarafından reddedildiğini ama sonra kabul gördüklerini, taşradaki hayatın sakin akışıyla Paris'in çılgın temposu arasındaki tezatları, ahlaki düzenin çöküşünü ve yeni sermaye sınıflarıyla şekillenmesini, romanlarından ilgili alıntılarla izlemek, yazarlara dair başka bakış açılan da kazandırıyor okura. Harvey, sadece sınıfların birbirlerinin üzerinde nasıl yükseldiğini göstermiyor, yine edebiyat aracılığıyla sokakların, bulvarların, sanatçıların çalışma mekânlarının, ‘yeraltı' hayatının, parkların, ormanların, anıtların, toplumsal değişikliklerle nasıl dönüştüğünü de anlatıyor. Yaklaşık beş yüz sayfalık, döneme dair resim ve illüstrasyonlarla desteklenmiş bu kapsamlı incelemede, edebiyat alıntılarıyla, mesleklere göre ücret derecelendirmelerini, Paris işçilerinin tipolojisini, cemaat geleneklerini, sokak hayatındaki kadınların direnişini, dönemin istihdam yapısını yan yana görmek okuru şaşırtmamalı. Ben, "Kadınların Durumu", "Doğayla İlişki", "Kentsel Dönüşümün Jeopolitiği", "Sacre-Coeur Bazilikası'nın İnşası" gibi öncelikle ilgimi çeken bölümleri okuyup diğerlerine sonra dönmeyi tercih ettim.

SERMAYEYLE MODERNİTENİN BİR ARAYA GELİŞİ

Bazı başlıklar, akademik olan bir kitabı okumak konusunda haliyle ürkütebilir ancak hikâye etmeyi tercih eden dili itibarıyla okuru çok zorlamayacağını söylemeliyim. Yine de bu kadar titiz bir çalışmanın ürünü olan kitap -bölümlerin başına eklenen Marks alıntılarından da rahatça anlaşılacağı gibi- sermayeyle modernitenin bir araya gelişini, toplumsal ilişkilerle politik tahayyülün bu karşılaşma sonucunda nasıl hareket kazandığını anlatırken, ideolojik bakışın kimi zaman sınırlandıran, vahşi pençelerinden uzak durabilir miydi acaba, emin değilim. Aslında edebiyatseverler için Balzac'ın şu cümleleri bile dönemin ruhunu az çok hissetmeye yetiyor. İşte edebiyatın kadim sırrı: "Paris, şurada güzel bir kadınken; biraz ötede yaşlı ve yoksuldur; burada, yeni bir saltanatın bastırdığı para kadar gıcır gıcır; şu köşede modaya uygun bir kadın kadar şıktır"; aniden bir ereğe dönüşen ruhuyla, "Dehadan çatlayan, uygarlığa önderlik eden bir beyin, bir büyük adam; durmadan yaratan bir sanat adamı; sezişi olan bir siyaset adamı." Ya da "Paris, hüzünlü ya da şendir, çirkin ya da güzeldir. Ölü ya da diridir; onlar için Paris bir yaratıktır: Her insan, her ev, başını, kalbini ve fantastik âdetlerini çok iyi bildikleri bu koca yosmanın hücre dokusundan bir lokmadır."

*A. Esra Yalazan, Zaman Kitap, 05.03.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder